Kızılay da karşıdan karşıya geçmeyi beklerken, sağ omzum, ben istemesem de öne doğru pozisyon alıyor. Bir seferde düzgün geçsem ne olur. Herkes kendi sağından yürüse, çarpışmasak, sürtünmesek, geçiş üstünlüğü kimde diye bocalamasak, sinirlenmesek, sinirimiz midemize vurmasa, olmaz mı? Olmaz! Bu sorunun cevabı olmaz. Neden mi? Olmaz kardeşim, biz istediğimiz yerden geçeriz. İstediğimiz gibi davranırız. Boğazımızı istediğimiz gibi temizler, sokağın ortasına balgamımızı tükürürüz. Otobüste dürter, lokantada bağıra bağıra konuşuruz. Dolmuşa binerken, para ödeyenleri aşar, en güzel yere oturur, başımızı öne eğeriz. Çok akıllıyız çok.
Yorganımın deliklerinden üst komşumun dinlediği Çorum havası sızıyor. Oynak bir hava, komşunun şimdilerde gelinlik çağında olan, kısa boylu, tombul kızı, düğün provası yapıyor olmalı. Attığı her adım tavandan sarkan avizeyi titretiyor. Ne müziğin sonu geliyor ne de genç kızın hoplayıp zıplaması. Üstümüze gelen ne çok şey var farkında mısınız? İş-güç, aşk-meşk, araba-motor, insanlar, komşular daha neler neler.
Köyü kuşbakışı gören tepeden, dumanı tüten bacaları sayıyorum; bir, iki, başka da yok. Gittikçe boşalan köyleri gördükçe içim acıyor. Şehirlere göçüp, sersefil olan onlarca insan, neden kendi kendilerine yetebilecekleri toprakları bırakır. Neden beton bloklara hapsolur? Anlayamıyorum.
Şansları yaver giden, gecekonduları üç beş apartman dairesine tahvil olanların edindiği ekonomik güçse başka bir problem; İşte o zaman birlikte yaşamak çok zor. İşine gelirse kardeşim, başka ev alsaydın cümlesini çok sık duyabiliyor sunuz.

zati erbaş